AYNUR AYDIN
FEAT. TURAÇ BERKAY – “BANA AŞK VER”
Aynur Aydın’ın yeni teklisi “Bana Aşk Ver” geçtiğimiz
günlerde Seyhan Müzik etiketiyle yayımlandı. Sözleri Berksan’a, müziği Turaç
Berkay’a ait şarkının düzenlemesi de Turaç Berkay tarafından yapılmış. Şarkı
yıllardır süregelen “featuring” modası gereği “Aynur Aydın Feat. Turaç Berkay”
şeklinde servis edildi. (Böyle yapıldığı zaman şarkıcı + dj konseptli mekânlar
için tercih edilebilir oluyorsunuz, malum.)
Şarkı piyasaya çıktıktan bir süre sonra klibine organize ve
sistematik bir şekilde “spam” atıldığı iddiaları saçıldı ortalığa. Olabilirdi;
olmayacak şey değildi. Her şey gibi rekabetin de ahlaksızlaştığı, çirkinleştiği
bir zamanda birileri üşenmeyip bu işe soyunmuş olabilirdi. Ama neden Aynur
Aydın bu kadar hedefteydi? Hem de yeni değil; uzun zamandır.
Kimler yapar, niye yapar, işin içinde kişisel meseleler
vardır ya da yoktur, orasını bilemem. Ama bir müzik dinleyicisi ve de müzik
yazarı gözüyle Aynur Aydın cephesinde nerede hata yapıldığını söyleyebilirim.
Yurt dışında yaşayan Türk ailelerin çocuklarından
profesyonel olarak müzikle ilgilenip, bu işi Türkiye’de sürdürmeye niyet eden
birçok genç oldu bugüne dek. Başka bir müzikal vizyonla donanmış olarak
geldikleri için de genellikle başarılı oldular burada. Rafet El Roman’dan Ah
Canım Ahmet’e, oradan Hadise’ye kadar birçok isim sayılabilir. Aynur Aydın da
Almanya doğumlu idi. Orada ilk müzik deneyimini kazandıktan sonra İsveç’de
İngilizce bir albüm kaydetmiş, aynı şarkıların Türkçe versiyonlarını da içeren
duble albümü “12 Çeşit La La (12 Ways To La La)” 2011 yılında Türkiye’de
piyasaya çıkmıştı.
Gelin görün ki daha Aynur Aydın kimdir nedir demeye kalmadan
onun bir “dünya starı” donanımında olduğu haberleri servis edilmeye başlandı.
Plak şirketi ve Aydın’ın bizzat kendisi onu öyle bir yere konumlandırmaya çaba
sarf etmeye başlamıştı ki neredeyse dinleyiciye onu ve müziğini tanıma,
keşfetme şansı vermediler. Hatta ilk albümünde o günlerin Eurovision birincisi
Loreen’in (Eurovision birincisi olmadan evvel) vokal yaptığı gibi haber değeri
gayet şenlikli bir bilgi bile gereksiz bir büyüklenmeyle bu uğurda heba edildi.
Aynur Aydın bunca iddianın altını doldurabilecek güçteydi ya
değildi; o ayrı konu. Ama sevenler ve beğenenler kadar antipati duyanlar da
oldu haliyle. Zira o kendini doğrudan birinci ligde görürken, o lige çıkmak
için yıllarca şu veya bu şekilde çabalaşmışların tepki göstermesi
kaçınılmazdı.
Sonrasında da bu böyle devam etti. Evet, sahiden Batı
standartlarındaydı ikinci albümü de, arada yaptığı işler de. Ama Aynur Aydın
hiç Batı standartlarında “cool” bir şarkıcı değildi. “Rakiplerine” habire verip
veriştiriyordu sosyal medyadan. Oysa onları “rakip” görmesi için henüz çok
erkendi. Unuttuğu bir şey vardı. Müzikte ne kadar iyi olursanız olun, yaptığınız
iş kadar yaydığınız enerji de çok önemlidir. Dinleyici bazısını işinde çok da
iyi olmadığı halde daha en başından sever, tolere eder. Bazısını nice sonra
kabullenir, benimser, bazısını ise kolay kolay bağrına basmaz. Bu insani bir
şeydir ve açıklanabilir ölçütleri yoktur. O noktada o sıcaklığı insanlara nasıl
verebilirim, neyi değiştirebilir, kendimi nasıl sevdirebilirim diye kafa yoran,
deneyen kazanır. “Ben aslında çok seviliyorum ama önüme hep engel koyuyorlar,”
deyip de bu yakınmadan kâr devşiren hiç olmamıştır bugüne dek. Ya da en azından
ben görmedim. İnsanlar sizi sevdiğinde o engeller kendiliğinden yıkılır zira.
Gelelim Aynur Aydın’da kendimce gördüğüm eksiklere.
Daha ilk “dünya starı” iddiası ortaya atıldığında Aydın’ı
Beyaz Show’da izlemiş ve hatta bu konuda bir yazı da yazmıştım. Bırakın
Beyonce’yi filan bir yana, henüz Hadise kadar bile dans edemeyen bir “star”
görmüştüm orada. Aradan yıllar geçti, Aydın’ı bu kez canlı olarak, bu defa bir
ödül töreninde izledim sahnede. Yine aynı şeyi gördüm. Sahnedeki duruşundan,
konuşmasına dek her bakımdan “acemi” idi hâlâ. Bu ayıp bir şey mi? Elbette
hayır. Ama büyük büyük iddiaların penceresinden baktığınızda ayıp, evet. Demek
ki henüz o kendini gördüğün yerde değilsin belki de.
İkincisi ise artık Türkiye şartlarına adapte olmuş bir
şarkıcının ikinci albümünde karşımıza çıkan kocaman bir şarkıcılık hatası. Evet,
yurt dışında doğup büyümüş birisinin Türkçe diksiyonunu düzeltmesi hiç kolay
değil ama imkânsız da değil. Bakın Rafet El Roman yıllardır hâlâ yapamadı. Ama
diksiyon ayrı, prozodi, vurgu ayrı şey. Türkçe bir şarkıyı yanlış vurgular ve
bozuk prozodiyle söylediğiniz zaman dinleyene duyguyu geçirme şansınız
neredeyse sıfırlanıyor. Şarkıyı sadece seslendirmiş oluyorsunuz, söylemiş
değil. Nitekim Aydın’ın ikinci albümü “Emanet Beden”de çok iyi kimi şarkılar
bile bu ruhsuzluğa kurban gitmiş, dinleyene dokunmamış olabilir. Şahsen ben
“sound” ve melodik açıdan çok beğendiğim o albümü sadece bu yüzden uzun uzun
dinleyemedim.
Bütün bunların üzerinden geçtiğimizde, “Bana Aşk Ver”, Aynur
Aydın’ın şimdiye kadar sesini verdiği en sıcak şarkı gibi duruyor. Başından
beri olduğu gibi yine alaturka nağmelerden medet ummadan, yine gayet Avrupai
bir “sound” üzerinden, ama bu defa çok daha kolay kavranabilir bir ritim ve melodi
ile ticari şansı daha yüksek bir şarkı bu. Berksan ve Turaç Berkay kardeşler
zaten popun gündelik “hit” formüllerini iyi bilen bir ekip. Doğru şarkıcı ile
buluştuklarında da buna benzer ticari şansı yüksek örnekler çıkardılar daha
önce. Aynur Aydın da bu proje için doğru bir isim olmuş, yani iki taraf da bu
işten kazançlı çıkmış. Ben Aynur Aydın’ın yerinde olsam neden ve nasıl
engellendiği üzerine kafa yormaktansa, bundan sonra ne yaparım, ona bakardım.
EMİR CAN
İĞREK – “GÖNÜL DAVASI”
Emir Can İğrek, yakın zamanda tanış olduğumuz birçok genç
şarkıcı gibi adını ve şarkılarını internet üzerinde duyurarak bir kitle
yakalamış ve böylece profesyonelliğe adım atmışlardan. İğrek müziğe Tekirdağ’da
başlamış. Sonra İstanbul’da, Nazuım Hikmet Akademisi’nde bu işin eğitimini
almış, Nazım Hikmet Korosu’nda uzun süre koristlik yapmış. Hem internete kendi
koyduğu kayıtlar hem de B!P platformunda yayınlanan şarkıları ile de tanınırlık
kazanmış.
Emir Can İğrek’in iki şarkıdan oluşan ilk teklisi “Gönül
Yarası”, geçtiğimiz günlerde 3 Adım Müzik etiketiyle yayımlandı. Ayrıca yine
yakın tarihte yayımlanan Ferhat Göçer’in yeni albümü “Bu Kalp İçinde Teksin”de
sözü ve müziği Emir Can İğrek’e ait “Devriliyorsam” adlı şarkı da dikkatleri bu
genç adamın üzerine çekti.
Tipik bir genç şarkı yazarı ve şarkıcı adayı prototipi
aslına bakarsanız. Görsel olarak da, şarkı söyleme biçimiyle de internette
sayısız örneğini bulabileceklerinizden. Ya da O Ses Türkiye sahnesinden gelip
geçenlerden biri gibi ilk bakışta. Ancak onu bütün o kalabalığın içinde
ayırabilecek bir potansiyel de var. Öncelikle şarkı sözlerindeki farklı anlatım
biçimi ilgi çekici. Besteleri daha ziyade bildik gitar akorlarının etrafında
dolaşsa da şarkı sözleriyle fark edilmeyi başarıyor. Yanı sıra ses rengi de ayırt
edilebilirlik bakımından bir avantaj. Temiz ve rahat şarkı söylüyor. Buna
fiziksel avantajı, kameraların seveceği bir yüzü ve ifadesi olduğunu da
eklersek, kısa sürede dikkat çekmesine şaşırmamak lazım.
Ancak internetten sektöre transfer olanların büyük yüzdesinde
karşılaştığımız sorun Emir Can İğrek için de geçerli. Emir Can “gitar ağzıyla”
şarkı söylüyor. Sesini şan eğitimi almış olmanın rahatlığıyla kullanırken
prozodi ve vurguları sıklıkla göz ardı ederek amatör bir görüntü çiziyor.
Sözgelimi “Gönül Davası” adlı şarkının daha üçüncü cümlesinde “duuuu-ma-nın-dan
haaa-be-rinol-ma-dı” gibi tamamen yanlış bir prozodiyle işe başlıyor.
Sonrasında şarkı sayısız benzer hayatla devam ediyor.
Şayet bu meseleyi halleder (ki hiç zor değil), bir de
bestecilik anlamında kendi kalıplarının dışına çıkabilir, daha cesur
davranabilirse, hem bir şarkıcı hem de şarkı yazarı olarak son dönemin
kazançlarından biri olabilir Emir Can İğrek.
GÜLBEN
ERGEN – “YANSIN BAKALIM”
Kişisel fikrimce Gülben Ergen şayet ilgi odağı olma arzusu
ve ihtirasını şarkıcılığı ile sınırlayıp, yüzünü eskitecekse de sadece o
kulvarda eskitseydi, popüler kültürün ders kitabına yoktan bir marka
yaratmanın, kendini sıfırdan var etmenin konu başlığı olarak girebilirdi.
Saygın bir şarkıcı olayım ama magazin figürlüğünü de kimseye kaptırmayayım,
televizyon programı da yapayım derken bir yandan da kitap yazayım. Sosyal
medyada kanaat önderliğine, ermişliğe soyunayım ama o da yetmez sosyal
sorumluluk duygumla, derneğimle gündeme gireyim. Olmadı gazetede yazayım, hatta
o gazete beni hiçbir gerçek gazetecisini sahiplenmediği kadar sahiplensin…
Tüm bu sarmalın içine bu kadar girmeseydi, belki o zaman
geçmişinde ya da bugünün de her insan kadar yaptığı hatalar ve hatta kimi zaman
o özgüvenin baş dönmesiyle sıradan bir insanın yapmaya göze alamayacağı hatalar
dahi yaptığında bu kadar “vur abalıya” durumuna düşmezdi.
Dedim ya, kişisel fikrim. Hak verirsiniz ya da vermezsiniz,
orasını bilemem. Ama ben son dönemde ortaya saçılan tüm o magazin malzemesine
ister istemez “göz misafiri” olurken en çok bunu düşündüm.
Bakın 2015’de “Kalbimi Koydum” albümünü kaleme aldığımda ne
yazmışım Gülben Ergen hakkında:
Şunu kabul etmek
lazım; memleketteki birçok benim diyen şarkıcıdan daha fazla hissederek
söylüyor. Bazen gülümsediğini, bazen hakikaten içlendiğini
duyabiliyorsunuz sesinden. Vurguları, baskıları, telaffuzu, artikülasyonu gayet
iyi. Bu da bütün bir albümü dinlenebilir kılıyor. Bir de kendine, sesine
uygun şarkıları seçebiliyor. Yılardır böyle bu. “Kalbi olanlar” üzülmesin ama
bu işin “kalp”ten ziyade mantıkla bir ilişkisi var gibi geliyor bana. Gülben
Ergen mantıklı kadındır. Çalışkandır, ona da kabul. Bu piyasasının taşlı
dikenli yollarından geçerken yanlışlarını doğruya çevirmesini bilmiştir
hep. Kendince dersler de almıştır muhakkak. Belki aldığı dersleri
paylaşmak, anlatmak da hoşuna gidiyordur (belki değil, kesin!) ama Gülben Ergen
bir ruhani lider değildir; bir pop şarkıcısı, popüler bir figürdür sadece.
Albümleri de birer “kutsal kitap” değil, birer albümdür. Yani
sorgulanabilir, üzerine ileri geri konuşulabilir. Bunu çok emin yazıyorum çünkü
gidip bizzat baktım. D&R’larda “müzik albümleri” raflarında duruyor
“Kalbimi Koydum”; dini kitap raflarında değil.
Hâlâ aynı fikirdeyim. Gülben Ergen başından bu yana uğruna
çok savaş verdiği, kimi zaman kırıp geçtiği, kimi zaman da bedeller ödediği
şarkıcılık işiyle yetinseydi, bu ülkenin popüler kültürü meşrebince kendince
“saygın” bir yer edinmesi pekala mümkündü. Ama yetinmedi, ne çare.
Şimdi tabii buradan bakınca da artık onu sadece bir şarkıcı
sıfatıyla görmek ve okumak mümkün olmuyor. Tam da bu zamanda piyasaya sürülmüş
yeni şarkısı da tıpkı bilmem ne derneği yararına verilmiş ama başka zaman
verilmiş olsa çarşaf çarşaf basında yer alacakken bu defa basının alınmadığı
konseri, gazetede aksatılmaksızın yayımlanan inadına göz yaşartıcı, inadına
“hayırlı” röportajları ve o “bana hiç bir şey olmaz” alt metinli sosyal medya
mesajları gibi bir kez daha yanlışları doğruya çevirme, “kuyruğu dik tutma”
harekâtının bir başka ayağı olmak durumunda. Hep derim; şarkıların günahı
yoktur ve yazanlarından da söyleyenlerinden de bağımsızdırlar bir yerden sonra.
Ama maalesef bu yeni şarkı, Sezen Aksu’nun söz ve müziğini yazdığı “Yansın
Bakalım”, ister istemez böyle bir misyon üstlenmek durumunda kalıyor.
Bunları belki de kendimi ikna etmek için yazıyorumdur.
“Yansın Bakalım”ı her şeyden ve hatta Gülben Ergen’in kendisinden bile
soyutlayıp, sadece bir şarkı olarak değerlendirmek mümkün mü? Ne çare, şarkının
bizzat kendisi (muhtemelen hiç o niyetle yazılmadığı halde) taşı gediğine
kendiliğinden koyuyor zira. Hangi birini sayayım?
“İlla farklı, özel olucan, varsa vardır yoksa yok.”
“Nasıl bir vakaysan artık.”
“Hani haksız da sayılmazsın, dürtmeseler ayılmazsın,
sistemin işi bu, imaj satmak, sen seni bile tanıyamazsın.”
“Seni tribünler delirtti.”
Ve şaka gibi ama en vurucusu: “Al sana ettiklerinin bedeli.”
Şimdilerde politikacılar bu yöntemi çok kullanıyor. Hangi
konuda eleştiriliyorlarsa, o konuda başkalarını eleştirmeye başlıyorlar. En çok
da kendilerini eleştirenleri... Bu şarkı da Gülben Ergen için böyle bir (moda
tabiriyle) “algı yönetimi” aracı mı olmuş, yoksa (düşük ihtimal ama) samimi bir
özeleştiri mi, yoksa ikisi de mi değil? Sadece bildik bir Sezen Aksu muzipliği
mi? Gel de çık işin içinden.
Hadi kendimi zorlayayım, tüm bunları bir kenara koyup
şarkıya odaklanayım.
Çok zekice ve esprili ama uzun, çok uzun, ezber etmesi de,
birlikte söylemesi de zor sözler, kolay melodiyi zorluyor. Yani yakın dönem
Sezen Aksu şarkılarında sıklıkla karşılaştığımız bir durum var bu şarkıda da.
Eşlik edilmesi zor şarkıların “hit” olması da zordur ki bu şarkı içinde geçerli
bu. Okay Barış’ın şahane düzenlemesi bile kurtaramıyor bu durumu. Ama kulağa
hoş geliyor mu, geliyor. Gülben Ergen’e yakışmış mı, yakışmış. Ergen’in
şarkıcılık kariyerinde uzun süredir ihmal ettiği bir boşluğu da dolduruyor
üstelik. Pop tınlıyor, eğlenceli duruyor.
Benim için zor bir yazı oldu. Daha fazla uzatmayacağım.
YAVUZ HAKAN TOK, HAYAT MÜZİK, ARALIK 2017, İSTANBUL
0 yorum Yeni Yorum Yap